Powered By Blogger

24 Haziran 2012 Pazar

Büyülü Şarkılar'ım

                    Müziğin ve kitapların yeri hep ayrı oldu bende.Onların yerine hiçbir şeyi koyamıyorum.Oturduğum yerden var olduğumu,hayatta olduğumu hissettiren her şey var onlarda; melodi ve kelimeler.Bazen ölümden bile bu yüzden korkuyorum.En sevdiğim şarkıları dinleyemezsem n'aparım?

                    En sevdiğim şarkılar listesinden herhangi birine aşeriyorum bir anda. Deli gibi aralıksız yüzlerce defa dinlediğim oluyor.Belki bu normal sayılabilir,bunun bile yetmediği oluyor.Dünya o şarkıyla dönsün istiyorum,tıpkı filmlerdeki gibi hayatımın soundtrack'i olsa ya bir anda! Yolumdaki tüm çakıl taşları hayatımın soundtrack'inin ritmiyle titrese,ağaçlar melodisiyle dans etse,kuşlar back vokal yapsa,bilen bilmeyen herkes bir anda şarkımı söylemeye başlasa ...

                    Ahh o şarkılar! Belki de beni onlar çıldırttı.Bütün suç bende olamaz çünkü.Büyülü olduğuna inandıklarım var,aşık olduklarım,en sevdiklerim,kıskandıklarım... Peki ne yapıyorum ben onlarla? Mesela bazen ilham veriyor yazmadığımda ise beni buna pişman ediyorlar, hiç olmadık zamanda olmadık yerde aklımda olmayan şeyleri hatırlatıyorlar,zihnimi kamyon çarpmışa benzetiyorlar,iki göğsümün arasında taşıdığım o soyut varlığı kalbura çeviriyorlar...


                      Bir gün ben de harika bir şarkı yapacağım derdim küçükken ama müzisyen olamadım.Sonra o çok güzel sözleri yine de yazabilirim dedim,şair de olamadım.Kahretsin,mühendis de olamıyorum zaten.Yüzüm iki avcumun arasında kukumav kuşu gibi oturup düşünüyorum öyle.Ama yine de büyülü şarkılarımdan vazgeçemiyorum işte.Şimdi onlardan birini burada paylaşmak istedim,hadi dinleyelim.

   

                                                   Regina  Spektor- Eet





P.S: Şarkımın sözleri en sevdiğimiz şarkının sözlerini unutmak ile ilgili zaten.Yazıyı baştan sona ''Eet'' ile yazdım.Umarım siz de benim kadar seversiniz onu,sevin ya da :) Sevgiyle...






17 Mayıs 2012 Perşembe

Kendime Armağan

              İşte hepsi bu lanet güzel şarkı yüzünden.Konuyu şarkıya getirecektim de getiremedim.Ben şarkıyı çok ama çok sevdim.Şarkıyı söyleyen kadını da kendime benzettim.Klibi de izleyerek dinlemenizi tavsiye ediyorum.Çünkü klibiyle daha fazla sevdim.Tam beni yansıttığını düşünüyorum şarkının.Sözlerine bayıldım.Klipteki ben olmalıydım! Çok kıskandım tahmin etmişsinizdir.Ben böyle güzellikleri seviyorum,bu
sözleri,bu tınıyı,bu renkleri...




                                                    HİNDİ ZAHRA - BEAUTİFUL TANGO







P.S;Tam bahar aylarının şarkısı.Aşkın,güzelliğin,renklerin... Kanıma girdi benim...

Selam İle Kısaca


                    Buraları pek bi ihmal ettim.Eskisi gibi sürekli boş değil maalesef vakitlerim.Hatta şunu çiziktiriyorken bile ''uyusa mıydım?'' diye geçiriyorum içimden doğrusu.Ben buraya hiç yalan çiziktirmedim,takip ediyorsanız zaten biliyorsunuz demektir dostlarım.
Vaktim yok çünkü daha fazla vakit geçiriyorum kendimle,arkadaşlarımla,ailemle.Geçen sene bu zamanlarda olduğu gibi kendimi odama kapamış,hayat ışıklarını söndürmüş karanlıkla yaşayan Ben değilim.Terk ettiğim ne varsa geri döndüm.Biraz isteyerek biraz da

zorla.

                  Hepimizin başından kötü şeyler geçti elbette biliyorum ama biz; arkadaşlarım ve biz çok kötü zamanlar geçirdik.Hala geçiriyoruz.Telafisi,çözümü olmayan kötülükte.Kahredici,azap verici.Bu yüzdendir ki itiraf etmeliyim benim yaşadığım kalp kırıklığının ardından aşk acısıyla açtığım bu blog,artık içimi dökmek amacından çıkmış oldu.
Yani bir üst seviyesine şahit olunca acının,inanın sadece bloguma yazmak değil gün içinde yaptığım her şey o kadar boş geliyor ki! Anlatmaya çalışıyorum ama anlatamayacağımı biliyorum.Eskisi gibi de ota,kuşa,böceğe bakıp yazamıyorum esasen.Belki bir fırsattı o süreç sonuna kadar kullanmam gereken.Elimden geleni yaptığımı düşünüyorum,çok yazım var hala yarım bıraktığım defterlerin arasında bir yerlerde,çoğunun başlığı bile yok...



                  Neyse,şu zamandan bahsedeyim biraz size.Rahatlayın.Hayatınızın gerçekten sandığınız kadar berbat olmadığını anlayın,eğer en sevdikleriniz ahirette buluşmak üzere henüz terk etmediyse sizi.İşte o ki son durağıdır o çarelerin,gözlerimle gördüm. İnanın eğer bütün sevdikleriniz sizinleyse,Allah birini almadıysa yanına dünyanın en mutlusu olmalısınız. Kucaklaşmaya vaktiniz varken,sevdiğinizi söyleyebiliyorken israf etmeyin zamanı.Zaman akıp gidiyor işte! Hepimiz bir sona doğru ilerliyoruz,bir nihayete...
Sözüm hepimize,bir keşmekeştir ki içinde eriyip bitiyoruz günden güne.Bakıyorum kendime,herkese bir ''en olma arzusu'' almış başını... Kim ne giymiş?,Ne yemiş?,Ne almış?,Kimleymiş?,Nerdeymiş?... Soruların sonu yok ki! Sanki herkes aynı,herkes aynı fabrika çıkışlı.Çoğunluk elini nereye atıyorsa oraya yöneliyor günümüz insanı.Kendince bir yol çizmek kolayına gelmiyor çünkü.Yollar da aynı yere çıkıyor farkında değil...


                  Tekrar neyse,yeterince şikayet ettim.Yine gece yarısını geçireceğim kısaca bir şey çiziktireyim derken.Yarın sınavım var oysa benim.Ahh Allah'ım ne yapıyorum ben?! :) Yine bir şarkı paylaşmak niyetiyle yazayım dedim de nerelere nerelere geldim.En iyisi burada bitirelim şimdi,tekrar vakit bulunca dönerim.Dönene kadar en sevdiklerinizle kucaklaşmış olmanızı diliyorum.Sevgiler karma karışık Aşık Kalem'den!

P.S: Şarkı hemen ardından geliyor :)

30 Mart 2012 Cuma

Elime Yüzüme Bulaştırmış Olmalıyım!

                                Tanrım!,
                          Neden ''Tanrım'' diye hitap ettiğimi biliyorsun.
                          İsyan etmek üzereyim.
                          Yine elime yüzüme bulaştırdım her şeyi,değil mi?
                          Öyle,evet,görünen o ki yine en iyi bildiğim şeyi yaptım... 
                          Oysa o kadar benziyoruz ki senin diğer dibe vurmuş kullarınla.
                          Ben durmadan neden yeni bir kapı arıyorum söyle lütfen,olduğum yeri kabullenmek yerine.

                          Yarım,yarım,yarım... 
                          Elimi attığım her şey o kadar yarım ki! 
                          Bazen eksik. 
                          Bazen tam olana hiç benzemiyor. 
                          Hayatımı benzettiğim bir o kadar kadın...
                          Onların tam yaptıkları bile bende yarım.


                          Tanrım! 
                          Neden ''Tanrım'' diye hitap ettiğimi biliyorsun.
                          Ağlamak üzereyim.
                          Yine iyi gidiyorum derken ters yola saptım,değil mi?
                          Öyle,evet,görünen o ki yine en iyi bildiğim şeyi yaptım...
                          Oysa o kadar benziyoruz ki senin diğer yoldan çıkmış kullarınla.
                          Ben durmadan neden yeni bir yol arıyorum söyle lütfen,gittiğim yolda çıkışı bulmak yerine.


                         Hayır,hayır,hayır....
                         Elimi uzattığım her şey o kadar uzak ki!
                         Bazen yabancı.
                         Bazen ben olana hiç benzemiyor.
                         Hayatımı benzettiğim bir o kadar adım...
                        Şimdi onların izi bile bende yarım.


            Damla Dilan Üçyol
            31.03.2012


                                   

                     Florence + The Machine - Heavy in your arms




















15 Ekim 2011 Cumartesi

Mürekkep ve Su

                        Her zaman aynı insan değilim,dişiyim!

                        Hayli zaman geçiriyorum ayna karşısında daha kaç ''yanım-yönüm-yüzüm'' olduğunu görebilmek için kendime bakıp.Herkese görünenlerden,yahut öğütlendiği gibi her duruma ve herkese ayrı ayrı sergilediklerimden bir iskambil destesi kadar sıralı içimde.Role bürünür gibi değil de,kıyafet giyinir gibi giyindiğim oluyor bunları bedenime,yüzüme.

                        İçimdeki kuyunun derinliklerinde birbirleriyle sürekli çarpışan ifadeler,hisler,duygular dalga düğümü halinde.Ne renk isimleri yeterli onları tek tek tanımlamak için,ne de ayrı ayrı karakterlere büründürmek onları tanımama yardımcı olabilir.Yalnızca; ego,vicdan,ak,kara,iyi his,kötü his vs. diye adlandırmak da basite indirgemektir fikrimce.Ve bence,bütün o hisler dalga dalga içimde,bazen bir dalga çarpışabilir karışabilir ötekiyle.Öyleyse doğru değil birini iyi ve makul ilan ederken,diğerini kötü ve habis kabul edip kuyunun en dibinde kalmaya mahkum etmek.

                        Bi' dolu olduğum en az iskambil destesi kadar ''yanım-yönüm-yüzüm'' olduğunu kabul edersek,bunlardan çok azı sergide,kalanı hala kuyunun dibinde diğerleriyle savaş halinde.Ayrı uçlar,zıt fikirler,tezatlarla dolu.Birbirinin son derece zıddı hisleri,fikirleri kapsadığımı pekala biliyorum.Kuyumun içinde ak varsa kara da var,su varsa mürekkep de var.Ama ben oldum olası aşığımdır mürekkebin sudaki dansına,bir damla karanın dağılırken suyun saydamlığıyla oynaşına.

                       Yine bildiğim; saklı olanın,kuyunun dibine itilmeye mahkum olan(lar)ın,elbet bir gün gelip de kendi saltanatını ilan edeceği,diğerleri gibi onun da bir gün aynadan yüzüme gülümseyeceği.

                       Sır değil ki,yanmış şeker tadına benzettiğim,öğretilenlerden-tembihlenenlerden öte insanlara,mesafelere özel çarpan dalgaları kuyusuyla birlikte seviyorum,ruhumun bu kekremsi tadını yine de seviyorum.Bu da dişiliğin ve dişi birey olmanın değişmez bir kuralı olmalı.

                       Mürekkebin sudaki dansını delice sevmek gibi olmalı.

                        


                       

                        

13 Ekim 2011 Perşembe

En Dip'ten Not

                     İki gece önce öyle isyan dolu bir yazı yazıyordum ki şuraya,öylesine sitem doluydu ki hiddetim geçince,saatler sonra sakinleşebilince durup okudum.Kendime şaşırdım sonra,sabrım son haddine kadar tükenmişti kalan bir lokma gücümle de boğazım yırtınırcasına ağlıyordum zaten.Keder içindeydeydim ve o gece isyan işini biraz abartmış gibiydim.Herşeyden öylesine bıkmış,usanmış,yorulmuştum ki suçlu arıyordum etrafımda,kızıyordum Yaradan'a.''Beni duyduğuna inanmıyorum artık!'',''Adaletsiz'' diye bağırıyordu içimdeki ses durmadan.Kulaklarımı uğuldatıyordu,nefessiz bırakıyordu beni.

                     Pençelerim olsa,adaletsizliğin kaynağını bulup bir kaplan gücüyle saldırabilirdim,parçalarına ayırana kadar sakinleşemeyebilirdim.1.60 boyumla ben,belki de dünyayı yakmaya yeltenebilirdim.Öfke,üzüntü,keder hisleriyle doluydum tepeleme ve içimde büyük bir ateş vardı ki tüten ciğerimin kokusunu duyuyordum burnumda.Nabzımı hissediyordum şakaklarımda,atmak yerine zonklayan nabzımı...Basınca dayanamayıp oluk oluk fışkıracak gibiydi kanım,parçalayasım vardı damarlarımı...


                    ''Bütün umutlarım parça parça kucağımda,sabrım tükendi,takatim yok daha fazla mücadele etmek için.'' en dip'ten buraya yazdığım cümlelerden biriydi.Yazının başlığını değiştirmedim,zira hala en dipteyim o geceden tek farkım ise artık durumu kabullenmiş olmam.

                
                     Geçirdiğim nöbetlerin belki de en şiddetlisiydi,ardında büyük ölüm gibi bir yorgunluk kaldı tabi.
                
                     Her şeyi olduğu gibi kabullendim.
                     

                  10.10.2011

P.S: Bu yazının bitmiş şekli değil aslında,günlerce tamamlayamadım bir türlü.
                  

29 Eylül 2011 Perşembe

10 Yıl Sonra Bir Haber

                       Tam 10 yıl sonra ilkokul 5.sınıf sıra arkadaşımdan mesaj alıyorum.Dolu dolu yazılmış,hasretle...''Eğer o sensen ...'' diyor bana mesajında,ama ilkin onu tanıdığıma bile emin olamıyorum.''Benim sıra arkadaşımın soyadı Han'dı'' diye söyleniyorum kendi kendime,sahte profil olabileceğini bile düşünüyorum bi an saf saf.Profil resmine bakıveriyorum hızlıca,bir bebekle resmi var! Anında düşüyor tabii jeton.Evlenmiş,soyadı da o yüzden değişmiş.

                        Takılıyorum,şaşırıyorum uzun bir süre.Ne düşündüğümü,aklımdan geçenleri şimdi bile sıralayamam o kadar hızlı akıyor ki düşünceler,anılar,zaman... Kaç yaşında olduğumu,kim olduğumu unuttuyorum adeta.Newton'un metal denge topları gibi,aklımdakiler çakışıp duruyor,ilki sonuncusunun tetikçisi oluyor,gidip geliyorlar kendi aralarında.

                        Bir fikrim yok bunca zamanın nasıl olup da geçtiğine,hayatlarımızın böylesi değişitiğine dair.Ona nasıl bir cevap yazacağımı bilemiyorum,nerden başlayacağımı bilemiyorum.Bir ağlamak düğümleniyor boğazımda,sızlatıyor içimi de dökülüyor gözümden.

                         O an için gizliyorum hüznümü arkadaşımdan.Sorularına tek tek cevap veriyorum mesajımda,mutluluklar diliyorum geç kalmış olsam da,ufaklığı soruyorum sonunda.Çok beklemeden cevabı geliyor mesajımın,teşekkür ediyor bana,okulumu soruyor ''devam ediyorsun hala,çok güzel'' diyor.Son sorumu da ''Çok yoruyor beni,yaramaz.Abisine çekmiş.'' diye yanıtlıyor.Cevap vermiyorum bu defa,karanlığa sığınıyorum etrafımda teknolojik ne varsa kapatıp.Düşüncelerimin ardı arkası gelmiyor bir türlü.


                       Onun adına mutlu muyum kendi adıma üzgün olduğum kadar peki? Evet,erken evlenmiş.Çocuk yaşta belki de.Ama şimdi bir ''anne''...Benim hayatta istediğim en önemli şey,kendim için istediğim tek gerçek şey belki de,herkes bilir ne kadar aşık olduğumu bu rüyaya.Bu yüzden soramıyorum bir türlü ''annelik nasıl gidiyor?'' diye sevgili arkadaşıma.Kıskanıyorum onu,bilmiyor haliyle.


                                                                ***

                       Birkaç gün sis gibi dolanıyorum evin içinde,bulut gibi yoğun ve nemli...Biri istemeden dokunsa döküleceğim tane tane.Mutlu,umutlu annelik düşleriyle uyuduğum günleri hatırlıyorum tekrar.Uzun uzun kendimi seyrediyorum aynada; haklalanmış göz altlarıma,çatlak dudaklarıma bakıyorum,elimi karnımda buluyorum.Nicedir çöl olmasına hüküm verdiğim karnımı izliyorum bir de.


                      Çöl ;benim çölüm...Çocukluk arkadaşımın iki nur topuyla kıyaslanabilir mi hiç?! Sahip olduğum her şeyi toplasam o bebeklerden bir tanesi edebilir mi?!

                                                               ***
           
                      Annem yakalıyor ağlarken balkonda,saklamıyorum gözyaşlarımı.''Ne oldu?'' suna karşılık ''arkadaşımın bebeği olmuş'' diyorum.Sarılıyor sımsıcak ama anne ya ille de kızgın sesiyle soruyor ''Niye ağlıyorsun o zaman kızım? hmm!?'' İstiyorum ki konuşmadan,öylece okuyabilsin içimdekileri,nedenleri...Sonra,''hiç bebeğim olmayacak benim,çöl kalacak benim karnım''diye günlerdir içimde tekrarladığım cümleleri döküveriyorum bir anda anneme.İtiyor anında beni kendinden uzağa...

                   ''Suuusss kız! o nasıl laf öyle! Küstüreceksin,kurutacaksın şimdi! Ağzından yel alsın.''

  
                   Anneme bir türlü anlatamadığım,anlamasını sağlayamadığım şey yine aramıza mesafe koyuyor.Belki de anlamak işine gelmeyeceğinden asla hak vermiyor bana.Ona göre evlilik biraz da fikir ticareti,vitrin bakar gibi gelen görücülerin yanlışı yok.Aradığı insanın özelliklerini listeleyip annesinin eline tutuşturan zihniyette de yanlış bir şey yok.Aşk konu dışı tamamen,nikahta keramet varmış,olmamazlık ihtimali hiç düşünülmemiş....''Hepimiz aşk çocuğu muyuz ayol?''


                 Hepimiz aşk çocuğu olsaydık,olabilseydik keşke...Aşk bebeği ; aşkı görür,bilirdi.O vakit,her köşe başı veya her adımda sevmekten önce ne kadar dokunabileceğinin,ne kadar öpebileceğinin pazarlığını yapan insanlarla karşılaşıp duruyor olmazdık biz de.


                    Bebeğim,aşk bebeği olsun istiyorum ben.Olmayacaksa ''çöl'' kabul ediyorum kendimi zaten.Öyle zannediyorum.


                                           ***


                    Doğmayacağına kanaat getirdiğim bebeğin başkalararı tarafından dünyaya getiriliyor oluşunu kabullemediğimi anlıyorum,arkadaşımda görünce anneliği; bunun için ne derece hasret beslediğimin ayrımına varıyorum.

                    Bir başka günün sabahı,hediye edilmişçesine güzel bir rüyadan uyanıyorum.Sabah mahmurluğuyla gözlerime bakıyorum aynada,tekrar dudaklarıma ve ''çöl''üme...


                    Günlerdir bilerek ertelediğim,es geçip sormadığım bir soru yöneltiyorum arkadaşıma sonra.

                   ''Annelik nasıl?''

                    
   30.09.'11