Powered By Blogger

31 Mayıs 2011 Salı

Pastane Günlüğü: 'Çaya Üç Şeker'

                                  Şehrin bilip bilmediğim bütün sokaklarında seni aramak; ruhumu acıtırken yine de içimi gıdıklayan bir şey  itiraf etmeliyim.Yeniden kalbinin yakınımda attığını bilmek; hem acı hem de tatlı.Beni ve şehri terkettiğinden bu yana onca zaman geçmesine karşın üstelik.
                                   Her köşeyi seninle karşılaşma heyecanı tutarak dönmek,bildiğim sokaklarda kaybolmak,geçtiğim yolları tekrar ve tekrar arşınlamak,nerdeyse her erkek silüetini sana benzetmek sonra cesaret edip de yüzlerine bakabildiğimde sen olmadıklarını anlamak,bir parça sevinmek buna ve çokça kahrolmak…
                                 Mantığımın yönetiminden çıkmış ayaklarım yoruluverirse eğer tutup ‘senin orada olabilme ihtimalinin olduğunu düşündüğüm bütün’  kafe yahut pastanelerden birine gidiyorum şehre döndüğünden beri.Kimseye de bu denli çaresizliğe büründüğümü göstermediğimden veya kimsenin böylesi deliliğe eşlik etmeye gönüllü olmayacağını tahmin ettiğimden,belki dahası; birini dinleyip sohbet edebilecek ne zihne ne de ruh haline sahip olduğumu bildiğimden yalnız oturuyorum masalara.Ne kadar korkunç!
                                   Orada olabilme ihtimalinin olduğunu varsaydığım pastanelerden birinde,koca kalabalık içerisinde karşısında bir başka şıkırtıdan bile mahrum çay bardağım ile oturmaktayım yine.Daha da utanç verici olan bundan yarım saat öncesinde  başka pastane-kafe karışımı bir yerde bulunmam,karnımın acıktığını öne sürerek.Kendimi ya da garsonları kandırdığım bahaneyi geçersek gerçekte sırf seni aradım orada da,burada olduğu gibi.Bulsaydım seni,bulabilseydim,doğru tahmin yürütüp görebilseydim bir an için,ne olurdu bilmiyorum…Ne yapardım? Ne düşünürdüm? Ne hissederdim?.. Hiç bilmiyorum  … Doğrusu bütün çabamın seni bulmak olduğundan dahi emin değilim. Hele böyle en köşe masada yapayalnız oturmuş herkes gülüp eğlenirken onlara katılmak yerine elimde kalem beni asla duymayacak olan sana hitap edip,seninle konuşur gibi yazmamın amacını hiç ama hiç bilmiyorum…Kendimi ben de anlamıyorum…Delilik!  Ki buna emin olmama rağmen devam ettiriyorum…     
                                     Bunları bir yana bırakıp masamın evsafından söz edeyim sana .Buranın en köşesi,hemen hemen herkesi görebildiğim camdan geçip gidenleri de kontrol edebildiğim bir masa.Zaman zaman etrafımdaki insanları unutup kendi kendime  konuştuğumdan,içimden konuşurken garip surat ifadeleri takındığımdan mekana hakim  ama insanlara uzak bir köşe başkaları tarafından fark edilmek için.Zihnimle konuşmaktan yorulduğumda,tıkanıp doğru  kelimeleri  aradığımda yazmak için ise cam kenarı müthiş verimli oluyor…Dalıp gitmişim yine,bitmiş çayımı tazelemeyi teklif eden garsonu görmüyorum bir an…Kısa süre sonra sıcacık çayım geliyor 3 şekeri ile,teşekkür ediyorum…


                                    Ahh! sen hiç bilmedin, anlatmaya fırsatım olmadı ya da,evet çayı çok şekerli içerim.Şekeri sevmemden çok bu benim çocuk aklıma yaptığım bir gönderme.Anımsatma  ya da çocukça bir oyun demeliyim.4 yaşımdan tek hatırladığım çaya üç şeker atmasını istemekti annemden.Annem anlamaz  nedenini,o zamanlar ailemizin üç kişilik olmasını hep sevmiştim,annem-babam ve tek çocukları ben.Her  nedense özel hissederdim kendimi öyle. Çay; annem ve babamın içtiği büyüklere özgü benim anlamlandıramadığım bir içecekti.Ondan çay istediğimde,şekeri ”bir anneme,bir babama,bir de bana” diye eklediğini düşünürdüm.3 sayısı değerliydi ve biz’di.Sonra yıllar geçti ve ailemize kardeşlerim de katıldı,Üç’ün bir özelliği kalmadı…Sonra ne zaman ki seninle tanıştık,ne zaman ki kendimi sana aşıkken buldum -çocuklaştığımı bilirsin aşkla- Üç şeker ; ”bir sen,bir ben,bir de hayali yavrumuz ”  için atılır oldu.Bilmezsin,sonra ben ne zaman çaya üç şeker atsam hep mutlu bir anne gibi gülümsedim o bardağa,”biz” olduğumuz zamanlarda…Bugün olduğu gibi sonrasında ‘çaya üç şeker’ hep yüreğimi burktu…
                                    ”Benim olmayan sen,eli bağrında kalan ben,asla doğmayacak yavrumuz” çayda eriyip gitti kendiliğinden.Doğrusu yoruldum artık bu benzetmelerden.Hava giderek kararıyor,kalkmadan bir bildiğimi söyleyeyim;seni bulamayacağımı biliyorum bir daha buralarda ve biliyorum,küçük bu şehir ama sen de bilirsin ki olasılık hesaplarında hiç iyi olmadım ben.Haberin yok tabii hem zaten kaldım geçen dönem aldığım İstatistik dersinden.Hesap yapmakta hiç iyi olamadım,bilirsin hesabı ödeyip gitmekte ise üstüme yok!

                   Damla Dilan ÜÇYOL
                           08.02.’11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder